On iki bin yıllık tarih uyanmak istiyor….
EA Akademi olarak gittiğimiz Göbekli Tepe gezimiz, insana yolculuğa dönüştü. Tüm o yaşanmışlık hala taşın, toprağın üzerinde duruyor.
Ve insan kendi kendine soruyor…
”Neleri hayal ettiniz ve hangi hissiyatla bu taşlara hayal gücünüzü kattınız? ”
Oldukça soğuk bir Mart ayıydı. Karla karışık yağmur altında giriş yaptık Göbekli Tepe’ye. Bu uzun zamandan beri en soğuk geçen baharmış. Sobalarını depolarına kaldıran yerli halk için elbette şaşırtıcı bir durum. Tekrardan kurmuşlar tüm ısıtıcılarını.
Bu arada Taş Tepeler Projesi altında, on iki ayrı tepede benzer çalışmalar olduğu için, Göbekli Tepe’de projenin içinde.
Aslında genel detayları videodan izleyebilirsiniz. Ben bu yazıda bilgiden ziyade insan tarafımın hissettiklerini yazmak istiyorum. Çünkü o hissedişler, ruhsuz kelimelerden çok daha etkili.
Evet! Muazzam yapılar birliği. Yaklaşık elli futbol sahası büyüklüğünde bir alan ve daha sadece yüzde ellisi çıkmış durumda. Çıkanlara göre alan hakkında kesin hüküm vermek şu an imkansız. Ancak uzaylılardan tutun da, Sümer Tanrılarının yaptığına dair taa ilk başından beri asılsız iddiaların da merkezi.
Öyle bir merkez ki, hakkında atıp tutmak, en uçuk iddiaları savurmak popüler oldu son dönemde. Işık hızını çözmüş sevgili uzaylılarımız, dünyaya gelip taş üzerine taş koyarak bizi şaşırtmak istemiş olmalılar ki, gen merkezi iddiasından, insanın ilk yaratıldığı laboratuvara kadar etiketler aldı güzelim Göbekli Tepe. Yazıklar olsun Uzaylılara. En azından nano-alışımlar, organik bileşenlerle filan merkezlerini inşa etselermiş, biz de ucundan teknolojilerinden nasiplenirdik.
Şaka bir yana, bu tarz akla zarar iddia sahiplerini de bir kenara koyuyorum, inananının bol olduğu bir ülkede yaşamak, toplumsal ruh sağlığını ciddiyetle sorgulamama sebep oluyor.
ŞİMDİ GELELİM HİSSİYATLARA… HİSLER NASIL AKTARILIR Kİ…
İlk defa 2021 ‘in Ağustos ayında gidebilmiştim Urfa’ya. Çünkü bilirsiniz, ya kalbiniz istiyordur, ya da o yer sizi kalpten çağırıyordur. Bizim aramızda, işte öyle bir çekim olmuştu. Bu yüzden uçaktan indiğim anda kalbim de dinmişti.
Oradan çıkmış, toprağından doğmuş, suyunu içmiş gibi bir his. Yuva…
Yuva insana özgürlük ve güven hissi verir. İşte Urfa’da bu iki his beni kucakladı. Ve yine bu sefer, evime geri dönmüş gibi hissettim. Ayakkabılarınızı çıkarır ve özgürce toprağa basar, şöyle bir uzanırsınız.
Derince bir nefes çektim. Tertemiz… Ve hemen, gelir gelmez, beni çağıran alanlara koştum.
Kavuşma anı bir çarpışmaydı. Çünkü tümüyle bilgiyle kavuşma hali, farkındalığımı yüzeye çıkarmıştı. Tıpkı toprağın altından, yüzeyine çıkmaya çalışan gerçek ile kavuşma gibi. O anı hatırlamıştım. Ve şunu anladım
”ARTIK BİLİNMEK İSTİYOR. ARTIK GERÇEK BİZİ BULUYOR”
İşte bu halin bana dönüşü, kendini bilme ve bilinmeyi isteme hissiyatı olarak döndü. Birden olduğum yerde dondum kaldım. Toprağın gerçeği, kendi gerçeğimi yüzüme vurmuştu.
”Ben seni ararken, kendimi arıyordum. O taşı oyan da bendim, taşıyanda, yıldızlı gökyüzünde Allah’a yakaran da”
Ben ne ararsam arayım, hep kendimi arıyordum. Kalbimdeki çağrı da benden banaydı….