Bir sabah kalktığınızda her şeyin tam da hayal ettiğiniz gibi olduğunu düşünün. Güneş tabii ki batıdan doğuyor. Ütopya gerçekleşmiş. İnsan hakları, ekonomi, sistem insana hizmet ediyor. Suç oranı sıfır, işsizlik olmadığı gibi insan gücüne de ihtiyaç yok. Neden çalışasın ki? Sistem her insana eşit ve mükemmel bir yaşam vaat etmiş. Sağlık mı? Artık hastalanmıyorsunuz. Peki ya insanlar? Hepsi melek gibi. Kıskançlık, kıyas, nefret ve hırsları da Ütopya’nın gerçekleşmesiyle buharlaşmış.
Cennet gerçekleşmiş. Gerçekleşmiş ama şu an ki bilincimizde. Şoktasınız. Mükemmel kelimesi ilk defa bedenlenmiş. Artık rahat bir nefes alın çünkü hayalleriniz gerçek oldu.
Peki insan? Her şey dört dörtlük hatta insanı rahatsız edecek kadar. Hayal edebileceği ama gerçekleşmemiş hiç bir hayali yok. Olsa da önünde engel yok. Ya umut? Ne engeli var ki umut beslesin. İnanç? Düşlerinin ötesinde düşü yok.
” İyi o zaman gideyim ben artık”
Ütopya, onu hayal edenler tarafından bile aslında tam olarak içsel desteklenmez. Her şeyin mükemmel düzende oluşu insanın yaşam enerjisi olan umut ile de bağını keser. İnsana devam edeceği bir amaç, amacı uğruna aşacağı engeller vermeli. Arzusuz bir insanın, var olmaya sebep bulamayışına dönüşür cenneti.
Tüm yakınmalarının gölgesinde, kaostan aldığı haz aslında ulaşmayı hayal ettiği huzurdan katbekat fazladır çünkü insan ıstırap severdir. Hayal etmek, umut etmek, inanç beslemek aslında insanı kaotik varoluşunda var ederlerken, bu arzularını savaşacağı bir tehdit, çözeceği bulmacalar, hayali düşmanlar ile besler.
Ütopya aslında insanın rededeceği tek sistemdir.
Sanat beslenemez, duygular körelir, insan yaratma arzusunu kaybeder, nefes alışının bir amacı olmadıkça insan, yaşamdan vazgeçer.
Bu yüzden cennet tasviri bu boyutta kendi sakinleri tarafından asla istenmez. Huzur, uzun sürerse yine bir karşıt yaratır. Huzur istiyorum der ama en çok ona katlanamaz.
Ütopya hayali, insanda mükemmele ulaşma arzusunun yarattığı hayal kırıklığının hazzıdır. Bu hazzı kaybetmemek için de hayalini hep imkansız kılacaktır.